31 Ekim 2010 Pazar

Pastane Poğaçası

Heyyy bakın, yeni bi tarif denedimm! Hani pastanelerde fırından taze taze çıktığında yumuşacık olan, mis gibi kokan, yedikçe yiyebileceğinizi hissettiğiniz poğaçalar satılır ya her sabah... Hani tek kusuru biraz bolca margarin ile yapılmış olmalarıdır.. Hah işte, ondan denedim ben bu güzel pazar sabahında. Az ve öz oldu (sadece 10 adetcik çıktı:) , şekillerde simetri problemi vardı ve bana göre azcık tuzu azdı.
Ama olsun, ama yiyenler pek beğendi! Tarif burdan, ben denedim güzel oldu!
Arada kalori de lazım diyenler denesin:)
Tavsiye edilirr!!

nom nom nomm!!

Not : Şekilleri dediğim gibi orantısız oldu, ama sebebi yapılışları aşamasında çok ezilmemesi gerektiği imiş. Bu linkte ayrıntılı yapılış aşamaları var, haftaya bir daha denemeyi düşünüyorum. ;)

Afiyetle!..

27 Ekim 2010 Çarşamba

Pembemsi Beyaz Güller...


Daha evvelki gece rüyamı anlatmıştım O'na..
"İlginçtir" demiştim, "pembemsi beyaz goncaları üzerinde olan bir gül ağacı" gördüm rüyamda...
Gülümsedi...
"Belki uzaklardan bir hediye gelecektir sana" dedi...
Daha evvelki geceye kadar unutmuştum bu günü...
Gece yarısından sadece bir kaç saat öncesine kadar bir şey de ifade etmeyecekti benim için.
Doğru ya doğum günümdü bugün benim...
Ama daha saatler 12'yi vurmadan kapı çaldı, şirin bir çanta içinde şirin bir kutu, ve O'nun güzel elleri ile yazılan bir mektup...
Pembemsi bir kutu...
İçinde pembemsi beyaz güllerin kokusu...
Daha evvelki gece bahsetmiştim O'na, o zaman sadece bir rüyaydı.
O ise çoktan göndermişti...

Kalp kalbe gerçekten karşıymış meğer...
Biz gerçektik, vardık,çook güzeldik...
Bunu bir kez daha hatırlattığın için...
Varlığın için,senin olduğum için...
Çook teşekkür ederim Biricik Sevgili...
Sensin kalbimin tek sahibi...


Biriciğimin hediyesi... ;)

With love, love, love...

26 Ekim 2010 Salı

Dizi dizi hayat... Bölüm 1: LOST


Türk dizilerinden sıkılan var mı benim gibi? Furya furya üstümüze gelen ağa dizileri, hanım ağa dizileri, zengin aile-entrika-aldatma dizileri, polisiyeler, öğrenci dizileri, dökülemeyen yapraklar, esmeyesice kavak yelleri... Arrrggghh diyerek kumandayı fırlatıp atıyorum akşamları eve gelince. Açıyorum bilgisayarı. İnternetim de full speed, limitsiz. Yap bi çay, kahve ne varsa.. Yanına kahvaltılık nevaleyi de sıkıştır bi tepsiye, dal dizi deryasına. Ama Türk dizileri değil tabiki. Malesef diyorum. Hiç bir istisna yok mu derseniz eğer, bir tek Kanal D'deki "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" dizisini örnek verebilirim. O da sırf Küçük Osman'ın nasıl büyüyeceğini, konuyu nereye-nasıl bağlayacaklarını merak ettiğimden. Şu ana kadar konular çabuk gelişti. İzlettiriyor kendini yani..

Bunun haricinde yabancı diziler her zaman daha cazip gelmiştir bana. Çoğunun bizim 3 saatlik dizilere oranla kısa oluşu, konuları dallandırıp budaklandırmadan tek bölümde anlatmaları, takip etmesi kolay oluşu ve de "nasıl olsa Türkiye'de yayınlanmıyor" mantığı ile iyi-kötü hiç bir mesaja takılmamam sebebiyle Amerikan dizilerine sardırmış durumdayım uzunca bir zamandır...

Bugün de ofiste 1 saatlik aramda otururken,ne izlesem diye şöööyle bi bakındım; farkettim ki ben baya bi dizi takip ediyormuşum her hafta. Dizi-freak olmuşum ben lan! Bu değerli(!) bilgi birikimimden insanlığı mahrum bırakmamalıyım diye düşündüm. Ve kısa bir dizi tanıtımı yapmaya karar verdim bugün.. Olur da işi bırakıp evde oturmaya karar veririseniz, eşiniz askere ya da yurtdışına doktora yapmaya giderse (!) , hasılı kelam durup dururken boş vaktiniz olursa burdaki okuduklarınız belki işinize yarar..


Spoiler Alert!!!

LOST

Çoğu genç insan gibi benim de dizi sergüzeştim Lost ile başladı diyebilirim. konu olarak kabaca şöyle özetlenebilir; Amerika'dan kalkan Oceanic 815 adlı uçak, pasifik açıklarında gizemli bir adaya düşer. Şans eseri yolculardan büyük bölümü yaralı da olsa kurtulmayı başarır. Ve adada ilkel bir hayat başlar. Kendilerini kurtarmaya gelecekleri beklerlerken, adada farkettikleri gizemli insanlar, ambarlar, kaynağı belli olmayan siyah bir duman, dirilen ölüler, değişik menfaatler güden kuruluşlar, tapınaklar, heykeller, kutsal ışıklar ve daha nice nice gizemli sürprizlerle karşılaşırlar. Karşılaştıkları her olayda içlerinden bir kaçı ölür yahut gruptan ayrılır. Adadan kaçmak için yollar araştırırlar. Buldukları yöntemler ise akıllara zarardır. Adayı patlatmak, adanın yerini değiştirmek, zamanda yolculuk yapmak ise bu yöntemlerden sadece bir kaçıdır. Sonunda adadan ayrılmayı başaranlar ise gerçek hayatta tutunamayacak ve adaya tekrar geri dönmek isteyecektir. Geri döndüklerinde ise "survival of the fittest" tarzı hayati bir mücadelenin içinde bulurlar kendilerini..
7 sezonluk konuyu ancak bu kadar kısa anlatabildim. Heyecan sevenlere tavsiye ederim. Sonuçta Lost artık bir fenomendir,muhabbetten eksik kalmayayım diye izleyebilirsiniz. Ama benim görüşüme gelince....

Her hafta netten indirdiğim, kotalı internet zamanlarımda kotanın dibine vurup, limiti 5 kere aşıp, TTNET kurumunu kalkındırdığım zamanlarda acı acı yutkunarak "ulan 70 tl faturayı bayıldım ama bu hafta da öğrenemedik şu black smoke zımbırıtısının ne olduğunu!" diye hayıflandığım günleri hatırlamak bile istemiyorum. Niye mi? İzlemeyenler gerisini okumasın arkadaşım.

7 sezon boyunca yüzlerce saat, binlerce dakika izlediğim dizi sadece Jack adlı eziğin ölürken gördüğü yanılsamalar mıydı arkadaşım? Şizofren senaristlerin konusunu dallandırıp budaklandırdıkları diziyi, son bölümün son saniyelerine kadar "bağlarlar abi, bağlamak zorundalar, bu lost böyle bitmez, bitemez" gibi hezeyanlarla izledim. Sonuçta ilk sahnede Doktor Jack'ın gözünü açmasıyla başlayan dizi, yine son karede Jack'in gözünü kapamasıyla bitti.

işte bu kare o kare!

Dizinin Jack'a ait mottosu "we have to go back,Kate!" oldu.Tüm dinleri temsil ettiği söylenen kilisede cenaze töreni yapıldı, ışığa yürüdü Jack oğlan... Hikayeye dahil diğer tüm karakterler cennete gitti. Benjamin Linus hariç. Onun biraz daha kavrulması lazım gibisinden bi mesaj verildi. Ben de John Locke'u çok sever idim, dünya hayatında çokça harcanmıştı, ezilmişti, kandırılmıştı, öldükten sonra cesedi bile Black Smoke tarafından mundar edilmişti, kısacası hep yazık olmuştu amcama.. Neyse ki o da cennete gitti.. Bitti gitti..

John Locke'un kendini astığı (aslında Benjamin Linus tarafından asıldığı) o göz yaşartan muhteşem sahneden kareler!

Bittiği hafta forumlar kilitlendi, tweeter da top tweet'lerde tüm dünya bundan bahsetti. Saç baş yolanlar oldu. Çok az bir kesim beğendi. Ben sadece yazıklar olsun size! dedim..
Artık 5. boyut izlerim daha iyi, en azından konuyu bağlayabiliyor adamlar!...

yakında...
How I Met Your Mother?