26 Aralık 2010 Pazar

Dar Zamanda Mutlu Paylaşımlar Sofrası

Ne güzel bi öğleden sonra idi. Eskimeyen dostlarla buluşmak, cama deli gibi vuran yağmurun sesi eşliğinde saati unutarak sohbete, kahkahaya dalmak... 


Lezzetli ve rengarenk bir sofranın etrafında, dostun cici evinde anıları tazelemek ve de yenilerini oluşturmak...


Nihayetinde ayrılık ve yine doyamamak... Ancak mutlu anılarla ayrılmak...


İşte böyle geçti "dar zamanda mutlu paylaşımlar" buluşması.

Sevgiyle..

22 Aralık 2010 Çarşamba

Öğrencilerimin İncilerinden (!)

Şimdi gece gece aklıma geldi de. Nasıl olsa tanıyan yok onları. Buradan biraz çemkirebilirim diye düşünüyorum. Özel bir üniversitede çalışıyorum. Yaş ortalaması 18-21 arası öğrencilerim var. Her gün dersime hazırlanıp, en sabırlı zırhımı kuşanıp, en gülümseyen yüzümü takıp sınıfa giriyorum. Derdim mi var, canım mı sıkkın, hava mı kasvetli, bunların hiç birisine aldırmaksızın, elimden geldiğince selfless olmaya çalışıyorum öğrencilerime karşı. iyi niyetli, anlayışlı olmaya çalışıyorum. Asla azarlamıyorum. Emretmiyorum. Özendirmeye çalışıyorum. Kolaylaştırmaya, sevdirmeye çalışıyorum. Ama ne yazık ki çoğu zaman emeklerimin karşılığında aldığım şey klasik bir öğretmen genellemesi olan  nefret oluyor. İngilizce öğrenemeyen beyinler zamanla anlattığım konulardan, kurallardan, derslerden, okuldan ve de sırası gelince benden nefret etmeye başlıyor. Ve bu noktada, terbiye-ahlak dinamiklerinin eksikliğinden doğan davranış bozuklukları baş gösteriyor. 
Burası bir üniversite. En yüksek mercideki eğitim kurumu denebilir. Bir çok insanın kapısından girmek uğruna maddi-manevi zorluklara katlandığı bir kurum. Ama burası bir özel üniversite. İsmi lazım değil..Belki yurdum insanının bulunduğu illerdeki devlet-özel üniversitelerindeki öğrenci profili daha farklıdır, ama  buradakiler.. öğrencilerin yaptığı şeyler... Acaipler  ve de " yahu nereye gidiyor bu memleket" dedirtiyorlar azizim....
Bir kaç örnek sunayım size.. Taze taze yaşanan enteresan diyaloglar...

  • "Okulda bir sanat fuarı olsa sergilemek istediğiniz yeteneğiniz" konulu tartışmada bir öğrenci çok iyi atıcı olduğunu söyledi. Ne attığını sorunca "silah tabiki" dedi. Bunun nesi sanat,nasıl sergileyeceksin, nereye ateş edeceksin deyince de "size tabiki" dedi. Korkmalı mıydım?
  • Q7 diye bir araba varmış. Bir öğrencimin masasının üzerinde anahtarı arzı endam etmekte idi. Sıraya Q7 anahtarı ile vurup konuşmamı engellemeye çalışan öğrenciye anahtarı işaret edip kaldırmasını söyleyince "bu araba kaç para biliyor musunuz?" sorusu ile karşılaştım. Kıskanmalı mıydım?
  • 5 kere anlatmama rağmen hala konunun en basit kısmından sorusu olan bir kız öğrencim, 6.kez tüm konuyu en baştan anlatmamı istedi. Nesini anlamadın diye sorunca "hiçbişe anlamadım ki" diye cevap verdi. "Neden anlamadın sence?" dedim, "zaten hiç dinlemedim ki" diye yanıtladı. Ağlamalı mıydım? 
  • ağzını sonuna kadar açıp önümde -çok afedersiniz- hayvan gibi bir ses çıkararak esneyen öğrenciye tüm sınıf katıla katıla güldü. Esneyen öğrenciye istemeden de olsa tiksintiyle bakarken, o da bana bakıp "ne var?" dedi. Ben de gülmeli miydim?
Yani nedir şimdi bu?
Bir eksiklik var, ama ciddi bir eksiklik. Temelden, en içten,en elzem malzemelerde bi eksiklik var. İyi niyet alay konusu oluyor. Ciddiyet ise nefret sebebi. "Okula eğlenmek için geldik bu hoca da nerden çıktı?" modundalar genellikle.. Öğrenmeye isteksizler, başarıya hevessizler, derslere gönülsüzler. İzledikleri tüm diziler, dinledikleri şarkılar, kullandıkları tüm markalar yabancı dilde, ancak bu gençler İngilizce öğrenmek istemiyor. Bölümleri full ingilizce psikoloji, hukuk, kamu, mühendislik, felsefe.. vs,vs.. Bölüme geçebilmek için hazırlığı geçmeleri gerekiyor önce. Ama geçmek gibi kaygıları yok. Okumak gibi idealleri yok, kendilerine inançları yok. Sınıfta anırarak esneyen arkadaşlarına gülmek onlara daha cazip geliyor. Zahmetsizce edindiği Q7 sinin anahtarını gözümüze sokmak daha cool geliyor.

Yukarda bahsi geçenler nispeten hafif şeyler.. Başka yaşanan şeyler de var. Mesela başka arkadaşların başına gelen daha karmaşık olaylar...
bu konu hakkında kafam attıkça ara ara yazacağım yine. Sitede "eğitim" diye kategori açmıştım evvel zaman içinde.. Aslında yazacak çook malzeme var da.. Neyse.. Şimdilik bu kadar..

Huzurla kalın...

19 Aralık 2010 Pazar

Arap Kurabiye


"Bir kurabiye tarifine 3 resim mi?" diyeceksiniz belki. Ama kıyamadım hiçbirine, hepsini görün istedim.Bir kurabiye yaptım, kendim bile aşık oldum. Şimdiye kadar yaptıklarımın en iyisi diyebilirim. 
Geçenlerde bulduğum enteresan bir tarifti. İlginç olan kısmı ise içindeki haşlanmış yumurta sarıları.Acaba kokar mı, rengi çok mu sarı olur diye diye yaptım bu güzellikleri.Ve aslında prova amaçlı yapıldılar.

Haftaya cuma akşamı gelecek misafirlerimin önüne koyabilir miyim diye dün akşam bir deneyeyim dedim. Immmm enfes oldular! Şimdi bomboş bir evde ben ve 24 adet kurabiye başbaşayız:) (Üzerinden yediğim 6 tanesi hariç:) Bunca kurabiyeyi cumaya kadar bekletemem. Onunçün; yarın sabah öğrencilerime götüreceğim buncağızları. Misafirlerime de yeniden taze taze yapacağım. İnşaallah o zaman da böyle ağızda dağılan, mis gibi kokan, bir adetle asla tadına doyulmayan lezzette olurlar:)

Tarif aynen portakal ağacından, fakat ben içine 2 kaşık pudra şekeri ekledim biraz daha şekerli sevdiğim için. Arşivime de bu haliyle geçtim.


Malzemeler

Hamuru:
  • 3 haşlanmış yumurta sarısı
  • 1 paket oda sıcaklığında margarin
  • 2 yemek kaşığı pudra şekeri
  • 1 paket vanilya
  • aldığı kadar un
  • not: kabartma tozu eklemiyorsunuz.
Üzerine:
  • 3 yemek kaşığı pudra şekeri
  • 3 yemek kaşığı nesquik
  • 3 yemek kaşığı kakao
Hazırlanması:
  •  haşlanmış yumurta sarılarını elle iyice ufalayın, margarini  katın. iyice bulamaç haline getirin. Vanilyayı ekleyin.Pudra şekerini ekleyin.
  • unu yavaş yavaş ekleyerek yoğurun. karışım kendini toparladıysa, şekil alıyorsa daha fazla un koymayın, ceviz  kadar koparıp (veya cevizden biraz küçük) top yapın. 
  • 170 derecede 15 dakika pişirin. (ben ısıyı 150C'ye getirip 5 dakika daha pişirdim.)
  •  pudra şekeri, kakao ve nesquik'i bir kapta karıştırın. (küçük bir leğen gibi geniş bir kap olursa daha iyi oluyor) fırından çıkan sıcak kurabiyeler hemen bu karışıma bulayın. soğuyunca servis yapın. 

Ennfess oldular! Şiddetle tavsiye edilir!
Afiyetle... 

17 Aralık 2010 Cuma

Online Alışveriş Tecrübesi

Havalar soğuk, bazen buz gibi kar tanecikleri çarpıyor insanın yüzüne, bazen de yağmurlarla ahenkli saçların havası sönüveriyor. İnsanın canı bu havada dışarı çıkmak istemiyor.Kısacası soğuk hava insanın façasını bozuyor arkadaşım :) Vitrin bakma aktivitesi özellikle hatun kişilerde bir ihtiyaç olduğundan, eve tıkılıp kalan bünyelerde zamanla huzursuzluklar baş gösteriyor. E bu durumda yapılabilecek en eğlenceli şey de, internetten indirimli satış yapan sanal shopping mall'lara tıklamak! :) Hiç yorulmadan, kat kat giyinmeden, üstelik elinde çayın kahven, ohh miss! Bak bak dur,dur dur bak!..Üstelik başında dikilip, gözlerini devire devire seni  adım adım takip eden mağaza görevlilerinin olmaması da cabası! 
Benim için de sanal mağazaların durumu bu idi, bakmak pek hoş idi, ta ki ilk defa bi siteden sipariş verinceye kadar..
Hasılı kelam, ilk online siparişim geldi. Neredeyse törenlerle, davul zurnayla karşılayacaktık kargomuzu. Zira kendileri ancak dün akşam ulaştı elime. Yaklaşık 2 haftada varabildi. Sanki Çin'den geliyor yahu. Şirketin merkezi Şişli'de imiş, bizim evden arabayla 25 dakikalık yol aslında ama toplu dağıtım yapıyorlarmış, falan filan.Ben siparişi verdikten tammmm 10 gün sonra ürün kargoya verilmiş! Yuh diyorum! İnsan alışveriş yapınca hemen elinde olsun istiyor. Şimdi buradaki yazıyı okuyanlar da "sanki para saydın da çemkiriyorsun" diyecek. Ama olsun. Mesela ilk alışverişini bedava yaptığı halde bu kadar beklemekten sıkılan ben, bir de dünyanın parasını verip bir şeyler alsam, teslimat için 15 gün beklemeye tahammül etmem. Niye edeyim ki? Şu anda da   markafoniden beğendiğim bilimum ürünleri sipariş etmeye üşeniyorum, sırf teslimattaki yavaşlık yüzünden. Alışverişin tadı kaçıyor beklerken abi. Yetkililere duyurulur. Hızlanın biraz canım, hadi tempo, tempo! Al işte bi müşteri kaybettiniz bile burada!
Amaaan, laf olsun işte.. :)
Sağlıkla...

11 Aralık 2010 Cumartesi

Evrendeki En Pişmiş Tavuk

Bugün pasaport almaya gittiğimde  başıma  gelenleri anlatmak istiyorum size , lütfen mendillerinizi hazırlayın, zira ağlayabilirsiniz.

Eşimin büyük harflerle "HEMEN" ibaresini koyduğu e-maili emir telakki edip bugün 2 saatlik dersimden sonra izin alıp okuldan çıktım. Taksici ile 30 tl'ye anlaştık, saat 11 de yola çıktık.  Daha biz  ancak yola çıkmıştık ki şoförü devamlı müşterilerinden birisi aradı "taksi lazım amca, yetiş!" diye.

O esnada hadımköy semalarında kar yağmakta, Avcılar yanyolda 5 araç birbirine girmekte ve de E5'de bir kamyon devrilmekte, trafik arap saçına dönmekte idi. 

Ama her şeye rağmen bizim şöför amca arayan müşterisi çocuklu olduğu için bana dönüp; 
"- Hocam kızcağıza acil araç lazımmış, onu da alalım ben önce sizi bırakırım yolunuz uzamaz, sonra onu yerine götürürüm, işi görülsün sevaptır" dedi. Paranın yüzü sıcak tabi.
Ben de dedim ki;
"- Benim işim acele, yolu uzatacaksanız almaya hiç gitmeyelim, ben sizi kaç saat evvelden arayıp çağırdım, yollarda vakit kaybedemem." 
Amca cevabı yapıştırdı tabi,
"- yok yok, hemen yol üstü, şurada bilmem ne sitesinde oturuyorlar, ordan hemen otobana dönüş var" dedi.
Bende kızdım ama belli etmeden sadece;
"-iyi" dedim.
Neyse az sonra hatunu aldık, Ama "hemen otobana dönüş var" dediği yerden otobana dönebilmek için 1 saat boyunca arabada bekledik.Çünkü çevresel faktörler coşmuş durumda idi. Dahası 2.5 yaşında devamlı konuşan ve zırlayan bi cimcime ile yanyana oturmakta idim. Hafakanlar bastı, fenalıklar geçirdim. Yapacak bir şey yoktu, bu yola beni şöför soktu,inemezdim de.. Kızdığım için sürekli "ufffff"layıp durdum. Ben ufladıkça zavallı adam camı açıp o soğukta arabayı havalandırdı.

Neyse, 1.5 saatlik yolculuk işkencesinin ardından T.kent emniyet amirliğine geldik. Netekim, geldikten sonra, sora sora adres ararken öğrendik ki emniyet müdürlüğü Atışalanı'na taşınmış. Ne hoş! Ordan yine sora sora atışalanına geldik ama yol boyunca o minik kızın nasıl mütemadiyen vızıldandığına girmeyeceğim bile. 30 tl verdiğimi zannederek arabadan indim. Bir elimde koca bi şemsiye, diğerinde poşette taşımaya çalıştığım okuldan verilen zimmetli laptop. Ama taksi gittikten sonra kalan paralarımı sayarken farkettim ki 10 tl fazla vermişim. Bankadan çektiğim banknotlar gıcır olduğu için 2 onluk birbirine yapışmış, farketmemişim. Amcayı aradım, arabada para düşürüp düşürmediğimi sordum. Amca baktı,"aaa evet burda iki onluk, bi yirmilik var" dedi ve pazartesi okula getireceğini söyledi. Sonra da (herhalde ben 10 liranın peşine düştüm diye) demesin mi "hocam para lazımsa gelip vereyim yardımcı olayım" diye! Hıırrrrrladım,ama neyse..

Emniyete girdim, sıra beklemeye başladım. Ordaki bir memur bana randevusuz işlem yapılmayacağını söyledi. Bu esnada nedense sol gözüm istemsiz olarak seğirmeye başlamıştı. Uzaktan geldiğimi, yeni sistemi bilmediğim için randevusuz geldiğimi söyleyince acıdılar bana. 
"-Evraklarını ver" dedi polis. Ardından bir baktı pasaportuma; 
"-Aaa, bu yeni pasaportlardan, bu artık çöööp!" dedi. Ben de;
 "-Ne çöpü, daha 6 ay oldu onu alalı" dedim. Sonra memur;
"-İşte artık bundan sonra her seferinde yeni defter çıkarılması lazım, süresi uzatılmıyor onun yerine 1,3,5 yada 10 yıl geçerli pasaport alıyorsun,yani süresi bitince çöpe atıyorsun. Ama istersen şu anda yılbaşına kadar kampanya var, 5 yıl fiyatına 10 yıllık pasaport veriyoruz" dedi.
Ne kadar diye sorunca da "310tl harç, 50 tl de defter bedeli" dedi. Ala!!
Harika! dedim,ne karlı bir alışveriş.. Kaç günde veriyorsunuz diye sorunca da adrese yollanacağını söyledi. Sonra memur bana "siz nerde oturuyorsunuz" dedi. Bcity deyince bi kahkaha attı ve " boşuna mı ilçe yaptılar orayı, gidip oranın emniyetinden alsana" dedi (senli benli konuşmalara dikkat edelim). 
Artık uyuşmuştum ben de "hıı,öyle yapiyim bari" deyip çıktım. Zaten kayış atmıştı çoktan..


Bcity'deki emniyete gelmeye karar verdim. Geç kalmamalıyım diye oradaki taksilerden biriyle 20 tl ye anlaştım. Çok pis pazarlık yaparım (neye yaradıysa). Atladım eve geldim elimdeki eşyaları bırakıp daha rahat giderim diye.Sonra gelince randevu için İnterneti açtım
Randevu almak için aradığımda bi güzel haberle(!) daha karşılaştım, o da şuydu, pasaport harçlarını sadece ziraat bankalarına yatırabiliyormuşuz:))) Aksi gibi ne evin ne de okulun yakınlarında ziraat yoktu... Demek ki bugün bu iş olmayacaktı. Demek ki onca taksi parasını boşuna vermiştim...
Demek ki evrendeki en pişmiş tavuk ben idim! 

Sonra "vermediyse mabut, neylesin mahmut" diyerek giriştim yemek yapmaya. Bunu bari becereyim dedim kendimce. Hırsımı fırında köfteden ve bulgur pilavından çıkararak rahatladım bi nebze...

İşte böyle. Bi haltı halledemedim bugün. Artık bilgi diye sağdan soldan duyduğu şeyleri bi kere daha check etmeden işe kalkışanın, yola dökülenin.... İşte böyle parası gider, vakti boşa harcanır.

Ağladınız mı kuzum? Ağlayın, ağlayın açılırsınız, ben de bugün gezdim, açıldım bayaaa...

Bilgilerinize arzederim!
Sevgilerimle..

10 Aralık 2010 Cuma

Güzel Bir Haber


Güzel haberler almaya ne kadar ihtiyacım vardı. Bilenler bilir, 1 yıldır yol gözlemekteydim, gittim-gideceğim derken tam 12 ayı doldurmuştu bu ayrılık.. Elimizde olmayan sebeplerden dolayı bekledik, bekledim...

İnsanlar sordular,yorumlar yaptılar, ahkam kestiler, hatta kınadılar... Cehalet dedim, güldüm geçtim. Ama içimde az da olsa biriktirmişim sanırım. Sabrettim,sabrettim.. Güzel günleri bekledim hep..

Şimdi yavaş yavaş tatlı telaşlar başlıyor mu ne? Günler daha mı parlak görünüyor gözüme yoksa pastırma yazı kış mevsimine darbe mi yaptı? Bu kalp çarpıntısı merdivenleri hep hızlı çıktığımdan mı, hızlı konuştuğumdan mı, yoksa hafiften basan heyecandan mı? Yüreğimin kıyısında çırpınıyor minicik dalgalar.. :)

Güzel haber de şu; ağustos ayından beri beklediğimiz vize çıktı. 
Yeni yılda yeni yuvaya, kalbimin sahibine, sevgiliye uçuş var şimdi:)
Sevgilerimle!!

4 Aralık 2010 Cumartesi

İlk Online Alışverişim :)

İnternet'ten alışveriş yapmak ne kadar avantajlı olsa da şimdiye kadar hiç denememiştim. Geçerli sebeplerim var tabiki. Üstümde denemeden giysi ve ayakkabı alamama gibi bir özrüm var. Ev tekstilinde ise rengini görmeden kumaşına dokunmadan karar veremiyorum bir türlü.. Geriye de alınacak pek bir ihtiyaç kalmıyor.Kazara bir ürünü beğendiğimde de, şurası şöyledir-burası böyledir diye ikirciklenirken çoğu zaman bir bakıyorum ki kampanya bitmiş, ya da alışveriş tutkunları ben davranamadan her şeyi silip süpürmüş..
Markafoni adlı online alışveriş sitesini bir süredir takip ediyorum. Çoğu bloggerin müdavimi olduğu bu siteye üye olan birinin özel daveti ile üye olunabiliyor ancak. Kullanıcı adı ve şifre ile giriş yapıldıktan sonra markaların sadece site üyelerine yaptıkları büyük indirimlerden faydalanma fırsatı sunuluyor. Siteye konan indirimli ürünlerin kampanyaları sadece 2-3 gün devam ediyor, sonra da kampanya bitiriliyor. Zaten çoğu zaman -yukarıda da bahsettiğim gibi- kampanya daha bitmeden, alışveriş çılgınları ürünleri saatler içinde bitiriveriyor :)

Herhalde Markafoni sitesi benim bu tutukluğumu farketmiş olacak ki, dün mailimi açtığımda bir baktım 10 tl'lik bir alışveriş kuponu yollamışlar. Baştan  "amaaan, 10 tl ye ne alınır ki" diyerek önemsememiştim, sonra diğer bloglarda da böyle indirim kuponları ile yapılan alışveriş postlarını okuyunca ben de gaza geldim. Bu sabah kalkınca markafoninin başına kuruldum. E elimde var 10 tl lik çek, bozdur bozdur harca di mi? Neyse uzun araştırmaların sonunda keseme (çekime) uygun bir adet lipstick buldum. Bir hafta içinde yollayacaklarmış bakalım nasıl bir şey..
Bunu okuyan blogger'lar herhalde gülüyorlardır bana vay çaylak diye.. Artık beleş de olsa açılışı yaptım sayılır.
E biri beni durdursun canım :)

Herkese iyi haftasonları...
Sevgiyle...