26 Aralık 2010 Pazar

Dar Zamanda Mutlu Paylaşımlar Sofrası

Ne güzel bi öğleden sonra idi. Eskimeyen dostlarla buluşmak, cama deli gibi vuran yağmurun sesi eşliğinde saati unutarak sohbete, kahkahaya dalmak... 


Lezzetli ve rengarenk bir sofranın etrafında, dostun cici evinde anıları tazelemek ve de yenilerini oluşturmak...


Nihayetinde ayrılık ve yine doyamamak... Ancak mutlu anılarla ayrılmak...


İşte böyle geçti "dar zamanda mutlu paylaşımlar" buluşması.

Sevgiyle..

22 Aralık 2010 Çarşamba

Öğrencilerimin İncilerinden (!)

Şimdi gece gece aklıma geldi de. Nasıl olsa tanıyan yok onları. Buradan biraz çemkirebilirim diye düşünüyorum. Özel bir üniversitede çalışıyorum. Yaş ortalaması 18-21 arası öğrencilerim var. Her gün dersime hazırlanıp, en sabırlı zırhımı kuşanıp, en gülümseyen yüzümü takıp sınıfa giriyorum. Derdim mi var, canım mı sıkkın, hava mı kasvetli, bunların hiç birisine aldırmaksızın, elimden geldiğince selfless olmaya çalışıyorum öğrencilerime karşı. iyi niyetli, anlayışlı olmaya çalışıyorum. Asla azarlamıyorum. Emretmiyorum. Özendirmeye çalışıyorum. Kolaylaştırmaya, sevdirmeye çalışıyorum. Ama ne yazık ki çoğu zaman emeklerimin karşılığında aldığım şey klasik bir öğretmen genellemesi olan  nefret oluyor. İngilizce öğrenemeyen beyinler zamanla anlattığım konulardan, kurallardan, derslerden, okuldan ve de sırası gelince benden nefret etmeye başlıyor. Ve bu noktada, terbiye-ahlak dinamiklerinin eksikliğinden doğan davranış bozuklukları baş gösteriyor. 
Burası bir üniversite. En yüksek mercideki eğitim kurumu denebilir. Bir çok insanın kapısından girmek uğruna maddi-manevi zorluklara katlandığı bir kurum. Ama burası bir özel üniversite. İsmi lazım değil..Belki yurdum insanının bulunduğu illerdeki devlet-özel üniversitelerindeki öğrenci profili daha farklıdır, ama  buradakiler.. öğrencilerin yaptığı şeyler... Acaipler  ve de " yahu nereye gidiyor bu memleket" dedirtiyorlar azizim....
Bir kaç örnek sunayım size.. Taze taze yaşanan enteresan diyaloglar...

  • "Okulda bir sanat fuarı olsa sergilemek istediğiniz yeteneğiniz" konulu tartışmada bir öğrenci çok iyi atıcı olduğunu söyledi. Ne attığını sorunca "silah tabiki" dedi. Bunun nesi sanat,nasıl sergileyeceksin, nereye ateş edeceksin deyince de "size tabiki" dedi. Korkmalı mıydım?
  • Q7 diye bir araba varmış. Bir öğrencimin masasının üzerinde anahtarı arzı endam etmekte idi. Sıraya Q7 anahtarı ile vurup konuşmamı engellemeye çalışan öğrenciye anahtarı işaret edip kaldırmasını söyleyince "bu araba kaç para biliyor musunuz?" sorusu ile karşılaştım. Kıskanmalı mıydım?
  • 5 kere anlatmama rağmen hala konunun en basit kısmından sorusu olan bir kız öğrencim, 6.kez tüm konuyu en baştan anlatmamı istedi. Nesini anlamadın diye sorunca "hiçbişe anlamadım ki" diye cevap verdi. "Neden anlamadın sence?" dedim, "zaten hiç dinlemedim ki" diye yanıtladı. Ağlamalı mıydım? 
  • ağzını sonuna kadar açıp önümde -çok afedersiniz- hayvan gibi bir ses çıkararak esneyen öğrenciye tüm sınıf katıla katıla güldü. Esneyen öğrenciye istemeden de olsa tiksintiyle bakarken, o da bana bakıp "ne var?" dedi. Ben de gülmeli miydim?
Yani nedir şimdi bu?
Bir eksiklik var, ama ciddi bir eksiklik. Temelden, en içten,en elzem malzemelerde bi eksiklik var. İyi niyet alay konusu oluyor. Ciddiyet ise nefret sebebi. "Okula eğlenmek için geldik bu hoca da nerden çıktı?" modundalar genellikle.. Öğrenmeye isteksizler, başarıya hevessizler, derslere gönülsüzler. İzledikleri tüm diziler, dinledikleri şarkılar, kullandıkları tüm markalar yabancı dilde, ancak bu gençler İngilizce öğrenmek istemiyor. Bölümleri full ingilizce psikoloji, hukuk, kamu, mühendislik, felsefe.. vs,vs.. Bölüme geçebilmek için hazırlığı geçmeleri gerekiyor önce. Ama geçmek gibi kaygıları yok. Okumak gibi idealleri yok, kendilerine inançları yok. Sınıfta anırarak esneyen arkadaşlarına gülmek onlara daha cazip geliyor. Zahmetsizce edindiği Q7 sinin anahtarını gözümüze sokmak daha cool geliyor.

Yukarda bahsi geçenler nispeten hafif şeyler.. Başka yaşanan şeyler de var. Mesela başka arkadaşların başına gelen daha karmaşık olaylar...
bu konu hakkında kafam attıkça ara ara yazacağım yine. Sitede "eğitim" diye kategori açmıştım evvel zaman içinde.. Aslında yazacak çook malzeme var da.. Neyse.. Şimdilik bu kadar..

Huzurla kalın...

19 Aralık 2010 Pazar

Arap Kurabiye


"Bir kurabiye tarifine 3 resim mi?" diyeceksiniz belki. Ama kıyamadım hiçbirine, hepsini görün istedim.Bir kurabiye yaptım, kendim bile aşık oldum. Şimdiye kadar yaptıklarımın en iyisi diyebilirim. 
Geçenlerde bulduğum enteresan bir tarifti. İlginç olan kısmı ise içindeki haşlanmış yumurta sarıları.Acaba kokar mı, rengi çok mu sarı olur diye diye yaptım bu güzellikleri.Ve aslında prova amaçlı yapıldılar.

Haftaya cuma akşamı gelecek misafirlerimin önüne koyabilir miyim diye dün akşam bir deneyeyim dedim. Immmm enfes oldular! Şimdi bomboş bir evde ben ve 24 adet kurabiye başbaşayız:) (Üzerinden yediğim 6 tanesi hariç:) Bunca kurabiyeyi cumaya kadar bekletemem. Onunçün; yarın sabah öğrencilerime götüreceğim buncağızları. Misafirlerime de yeniden taze taze yapacağım. İnşaallah o zaman da böyle ağızda dağılan, mis gibi kokan, bir adetle asla tadına doyulmayan lezzette olurlar:)

Tarif aynen portakal ağacından, fakat ben içine 2 kaşık pudra şekeri ekledim biraz daha şekerli sevdiğim için. Arşivime de bu haliyle geçtim.


Malzemeler

Hamuru:
  • 3 haşlanmış yumurta sarısı
  • 1 paket oda sıcaklığında margarin
  • 2 yemek kaşığı pudra şekeri
  • 1 paket vanilya
  • aldığı kadar un
  • not: kabartma tozu eklemiyorsunuz.
Üzerine:
  • 3 yemek kaşığı pudra şekeri
  • 3 yemek kaşığı nesquik
  • 3 yemek kaşığı kakao
Hazırlanması:
  •  haşlanmış yumurta sarılarını elle iyice ufalayın, margarini  katın. iyice bulamaç haline getirin. Vanilyayı ekleyin.Pudra şekerini ekleyin.
  • unu yavaş yavaş ekleyerek yoğurun. karışım kendini toparladıysa, şekil alıyorsa daha fazla un koymayın, ceviz  kadar koparıp (veya cevizden biraz küçük) top yapın. 
  • 170 derecede 15 dakika pişirin. (ben ısıyı 150C'ye getirip 5 dakika daha pişirdim.)
  •  pudra şekeri, kakao ve nesquik'i bir kapta karıştırın. (küçük bir leğen gibi geniş bir kap olursa daha iyi oluyor) fırından çıkan sıcak kurabiyeler hemen bu karışıma bulayın. soğuyunca servis yapın. 

Ennfess oldular! Şiddetle tavsiye edilir!
Afiyetle... 

17 Aralık 2010 Cuma

Online Alışveriş Tecrübesi

Havalar soğuk, bazen buz gibi kar tanecikleri çarpıyor insanın yüzüne, bazen de yağmurlarla ahenkli saçların havası sönüveriyor. İnsanın canı bu havada dışarı çıkmak istemiyor.Kısacası soğuk hava insanın façasını bozuyor arkadaşım :) Vitrin bakma aktivitesi özellikle hatun kişilerde bir ihtiyaç olduğundan, eve tıkılıp kalan bünyelerde zamanla huzursuzluklar baş gösteriyor. E bu durumda yapılabilecek en eğlenceli şey de, internetten indirimli satış yapan sanal shopping mall'lara tıklamak! :) Hiç yorulmadan, kat kat giyinmeden, üstelik elinde çayın kahven, ohh miss! Bak bak dur,dur dur bak!..Üstelik başında dikilip, gözlerini devire devire seni  adım adım takip eden mağaza görevlilerinin olmaması da cabası! 
Benim için de sanal mağazaların durumu bu idi, bakmak pek hoş idi, ta ki ilk defa bi siteden sipariş verinceye kadar..
Hasılı kelam, ilk online siparişim geldi. Neredeyse törenlerle, davul zurnayla karşılayacaktık kargomuzu. Zira kendileri ancak dün akşam ulaştı elime. Yaklaşık 2 haftada varabildi. Sanki Çin'den geliyor yahu. Şirketin merkezi Şişli'de imiş, bizim evden arabayla 25 dakikalık yol aslında ama toplu dağıtım yapıyorlarmış, falan filan.Ben siparişi verdikten tammmm 10 gün sonra ürün kargoya verilmiş! Yuh diyorum! İnsan alışveriş yapınca hemen elinde olsun istiyor. Şimdi buradaki yazıyı okuyanlar da "sanki para saydın da çemkiriyorsun" diyecek. Ama olsun. Mesela ilk alışverişini bedava yaptığı halde bu kadar beklemekten sıkılan ben, bir de dünyanın parasını verip bir şeyler alsam, teslimat için 15 gün beklemeye tahammül etmem. Niye edeyim ki? Şu anda da   markafoniden beğendiğim bilimum ürünleri sipariş etmeye üşeniyorum, sırf teslimattaki yavaşlık yüzünden. Alışverişin tadı kaçıyor beklerken abi. Yetkililere duyurulur. Hızlanın biraz canım, hadi tempo, tempo! Al işte bi müşteri kaybettiniz bile burada!
Amaaan, laf olsun işte.. :)
Sağlıkla...

11 Aralık 2010 Cumartesi

Evrendeki En Pişmiş Tavuk

Bugün pasaport almaya gittiğimde  başıma  gelenleri anlatmak istiyorum size , lütfen mendillerinizi hazırlayın, zira ağlayabilirsiniz.

Eşimin büyük harflerle "HEMEN" ibaresini koyduğu e-maili emir telakki edip bugün 2 saatlik dersimden sonra izin alıp okuldan çıktım. Taksici ile 30 tl'ye anlaştık, saat 11 de yola çıktık.  Daha biz  ancak yola çıkmıştık ki şoförü devamlı müşterilerinden birisi aradı "taksi lazım amca, yetiş!" diye.

O esnada hadımköy semalarında kar yağmakta, Avcılar yanyolda 5 araç birbirine girmekte ve de E5'de bir kamyon devrilmekte, trafik arap saçına dönmekte idi. 

Ama her şeye rağmen bizim şöför amca arayan müşterisi çocuklu olduğu için bana dönüp; 
"- Hocam kızcağıza acil araç lazımmış, onu da alalım ben önce sizi bırakırım yolunuz uzamaz, sonra onu yerine götürürüm, işi görülsün sevaptır" dedi. Paranın yüzü sıcak tabi.
Ben de dedim ki;
"- Benim işim acele, yolu uzatacaksanız almaya hiç gitmeyelim, ben sizi kaç saat evvelden arayıp çağırdım, yollarda vakit kaybedemem." 
Amca cevabı yapıştırdı tabi,
"- yok yok, hemen yol üstü, şurada bilmem ne sitesinde oturuyorlar, ordan hemen otobana dönüş var" dedi.
Bende kızdım ama belli etmeden sadece;
"-iyi" dedim.
Neyse az sonra hatunu aldık, Ama "hemen otobana dönüş var" dediği yerden otobana dönebilmek için 1 saat boyunca arabada bekledik.Çünkü çevresel faktörler coşmuş durumda idi. Dahası 2.5 yaşında devamlı konuşan ve zırlayan bi cimcime ile yanyana oturmakta idim. Hafakanlar bastı, fenalıklar geçirdim. Yapacak bir şey yoktu, bu yola beni şöför soktu,inemezdim de.. Kızdığım için sürekli "ufffff"layıp durdum. Ben ufladıkça zavallı adam camı açıp o soğukta arabayı havalandırdı.

Neyse, 1.5 saatlik yolculuk işkencesinin ardından T.kent emniyet amirliğine geldik. Netekim, geldikten sonra, sora sora adres ararken öğrendik ki emniyet müdürlüğü Atışalanı'na taşınmış. Ne hoş! Ordan yine sora sora atışalanına geldik ama yol boyunca o minik kızın nasıl mütemadiyen vızıldandığına girmeyeceğim bile. 30 tl verdiğimi zannederek arabadan indim. Bir elimde koca bi şemsiye, diğerinde poşette taşımaya çalıştığım okuldan verilen zimmetli laptop. Ama taksi gittikten sonra kalan paralarımı sayarken farkettim ki 10 tl fazla vermişim. Bankadan çektiğim banknotlar gıcır olduğu için 2 onluk birbirine yapışmış, farketmemişim. Amcayı aradım, arabada para düşürüp düşürmediğimi sordum. Amca baktı,"aaa evet burda iki onluk, bi yirmilik var" dedi ve pazartesi okula getireceğini söyledi. Sonra da (herhalde ben 10 liranın peşine düştüm diye) demesin mi "hocam para lazımsa gelip vereyim yardımcı olayım" diye! Hıırrrrrladım,ama neyse..

Emniyete girdim, sıra beklemeye başladım. Ordaki bir memur bana randevusuz işlem yapılmayacağını söyledi. Bu esnada nedense sol gözüm istemsiz olarak seğirmeye başlamıştı. Uzaktan geldiğimi, yeni sistemi bilmediğim için randevusuz geldiğimi söyleyince acıdılar bana. 
"-Evraklarını ver" dedi polis. Ardından bir baktı pasaportuma; 
"-Aaa, bu yeni pasaportlardan, bu artık çöööp!" dedi. Ben de;
 "-Ne çöpü, daha 6 ay oldu onu alalı" dedim. Sonra memur;
"-İşte artık bundan sonra her seferinde yeni defter çıkarılması lazım, süresi uzatılmıyor onun yerine 1,3,5 yada 10 yıl geçerli pasaport alıyorsun,yani süresi bitince çöpe atıyorsun. Ama istersen şu anda yılbaşına kadar kampanya var, 5 yıl fiyatına 10 yıllık pasaport veriyoruz" dedi.
Ne kadar diye sorunca da "310tl harç, 50 tl de defter bedeli" dedi. Ala!!
Harika! dedim,ne karlı bir alışveriş.. Kaç günde veriyorsunuz diye sorunca da adrese yollanacağını söyledi. Sonra memur bana "siz nerde oturuyorsunuz" dedi. Bcity deyince bi kahkaha attı ve " boşuna mı ilçe yaptılar orayı, gidip oranın emniyetinden alsana" dedi (senli benli konuşmalara dikkat edelim). 
Artık uyuşmuştum ben de "hıı,öyle yapiyim bari" deyip çıktım. Zaten kayış atmıştı çoktan..


Bcity'deki emniyete gelmeye karar verdim. Geç kalmamalıyım diye oradaki taksilerden biriyle 20 tl ye anlaştım. Çok pis pazarlık yaparım (neye yaradıysa). Atladım eve geldim elimdeki eşyaları bırakıp daha rahat giderim diye.Sonra gelince randevu için İnterneti açtım
Randevu almak için aradığımda bi güzel haberle(!) daha karşılaştım, o da şuydu, pasaport harçlarını sadece ziraat bankalarına yatırabiliyormuşuz:))) Aksi gibi ne evin ne de okulun yakınlarında ziraat yoktu... Demek ki bugün bu iş olmayacaktı. Demek ki onca taksi parasını boşuna vermiştim...
Demek ki evrendeki en pişmiş tavuk ben idim! 

Sonra "vermediyse mabut, neylesin mahmut" diyerek giriştim yemek yapmaya. Bunu bari becereyim dedim kendimce. Hırsımı fırında köfteden ve bulgur pilavından çıkararak rahatladım bi nebze...

İşte böyle. Bi haltı halledemedim bugün. Artık bilgi diye sağdan soldan duyduğu şeyleri bi kere daha check etmeden işe kalkışanın, yola dökülenin.... İşte böyle parası gider, vakti boşa harcanır.

Ağladınız mı kuzum? Ağlayın, ağlayın açılırsınız, ben de bugün gezdim, açıldım bayaaa...

Bilgilerinize arzederim!
Sevgilerimle..

10 Aralık 2010 Cuma

Güzel Bir Haber


Güzel haberler almaya ne kadar ihtiyacım vardı. Bilenler bilir, 1 yıldır yol gözlemekteydim, gittim-gideceğim derken tam 12 ayı doldurmuştu bu ayrılık.. Elimizde olmayan sebeplerden dolayı bekledik, bekledim...

İnsanlar sordular,yorumlar yaptılar, ahkam kestiler, hatta kınadılar... Cehalet dedim, güldüm geçtim. Ama içimde az da olsa biriktirmişim sanırım. Sabrettim,sabrettim.. Güzel günleri bekledim hep..

Şimdi yavaş yavaş tatlı telaşlar başlıyor mu ne? Günler daha mı parlak görünüyor gözüme yoksa pastırma yazı kış mevsimine darbe mi yaptı? Bu kalp çarpıntısı merdivenleri hep hızlı çıktığımdan mı, hızlı konuştuğumdan mı, yoksa hafiften basan heyecandan mı? Yüreğimin kıyısında çırpınıyor minicik dalgalar.. :)

Güzel haber de şu; ağustos ayından beri beklediğimiz vize çıktı. 
Yeni yılda yeni yuvaya, kalbimin sahibine, sevgiliye uçuş var şimdi:)
Sevgilerimle!!

4 Aralık 2010 Cumartesi

İlk Online Alışverişim :)

İnternet'ten alışveriş yapmak ne kadar avantajlı olsa da şimdiye kadar hiç denememiştim. Geçerli sebeplerim var tabiki. Üstümde denemeden giysi ve ayakkabı alamama gibi bir özrüm var. Ev tekstilinde ise rengini görmeden kumaşına dokunmadan karar veremiyorum bir türlü.. Geriye de alınacak pek bir ihtiyaç kalmıyor.Kazara bir ürünü beğendiğimde de, şurası şöyledir-burası böyledir diye ikirciklenirken çoğu zaman bir bakıyorum ki kampanya bitmiş, ya da alışveriş tutkunları ben davranamadan her şeyi silip süpürmüş..
Markafoni adlı online alışveriş sitesini bir süredir takip ediyorum. Çoğu bloggerin müdavimi olduğu bu siteye üye olan birinin özel daveti ile üye olunabiliyor ancak. Kullanıcı adı ve şifre ile giriş yapıldıktan sonra markaların sadece site üyelerine yaptıkları büyük indirimlerden faydalanma fırsatı sunuluyor. Siteye konan indirimli ürünlerin kampanyaları sadece 2-3 gün devam ediyor, sonra da kampanya bitiriliyor. Zaten çoğu zaman -yukarıda da bahsettiğim gibi- kampanya daha bitmeden, alışveriş çılgınları ürünleri saatler içinde bitiriveriyor :)

Herhalde Markafoni sitesi benim bu tutukluğumu farketmiş olacak ki, dün mailimi açtığımda bir baktım 10 tl'lik bir alışveriş kuponu yollamışlar. Baştan  "amaaan, 10 tl ye ne alınır ki" diyerek önemsememiştim, sonra diğer bloglarda da böyle indirim kuponları ile yapılan alışveriş postlarını okuyunca ben de gaza geldim. Bu sabah kalkınca markafoninin başına kuruldum. E elimde var 10 tl lik çek, bozdur bozdur harca di mi? Neyse uzun araştırmaların sonunda keseme (çekime) uygun bir adet lipstick buldum. Bir hafta içinde yollayacaklarmış bakalım nasıl bir şey..
Bunu okuyan blogger'lar herhalde gülüyorlardır bana vay çaylak diye.. Artık beleş de olsa açılışı yaptım sayılır.
E biri beni durdursun canım :)

Herkese iyi haftasonları...
Sevgiyle...

27 Kasım 2010 Cumartesi

Küçük Şeyler

Bazen küçük şeyler fetheder gönülleri..


Bazen küçük şeyler, ufak tefek hediyeler tat katar hayatına...


Kapatır mesafeleri..


Günlerce sürecek kocaman bir gülümseme yerleştirir yüzüne..


Su serper kalbine...
Sevgilinin ellerinin değdiği, yüreğinin üstünde taşıyacağın minik bir kar tanesi gibi...



Sevgiyle...

1 Kasım 2010 Pazartesi

Dizi Dizi Hayat: How I Met Your Mother?














Dizi dizi hayat serisine devam ediyoruz Ey Türk Milleti!

Sırada "How I Met Your Mother;?" var demiştim hatırlarsanız. 6 sezondan mütevellit bu diziyi ilk önce 3 sezonluk DVD'lerini alarak izlemeye başlamıştık eşimle. İlk bölümden itibaren sardı diyebilirim. Kolay giden konusu, güncel ve orjinal esprileri ile her hafta merakla beklenen bir dizi oldu kısa sürede bizim için.

Hikaye aslında 2030 yıllarında geçiyor. Ted Mosby adında evli, iki çocuklu bir mimar 2030 yılında çocuklarına anneleri ile nasıl tanıştıklarının hikayesini anlatmaya başlıyor. Ancak bu hikaye öyle kısa ve de hemencecik anlatılabilecek bir hikaye değil ona göre. Bu yüzden hayatına katkısı çok büyük olan arkadaş grubu ile geçen maceralarını anlatmaya başlıyor ilk önce. Yani olaylar 2005 yılından başlanarak anlatılmaya başlanıyor.

Üniversitede kaldığı yurtta oda arkadaşı olan o zamanların hukuk öğrencisi, şimdilerde avukat Marshall Eriksen, Marshall'ın kız arkadaşı (şimdiki eşi) anasınıfı öğretmeni Lily Aldrin, favori mekanları McLarens Bar'da otururlarken tanıştıkları Kanada'lı haber sunucusu, güzel Robin Sherbatsky, ve yine aynı barda nasıl tanıştıklarını hatırlamadıkları super cool Barney Stinson
hikayenin ana kahramanlarıdır.

Ted'in kankası Marsmellow ve eşi Lilypad:)

Ted ve Barney'nin ortak ex-aşkları Robin Sherbatsky



Esas oğlan Ted Mosby hem renkli ve hem de sıradan bir karakter. Kırmızı kovboy çizmelerine duyduğu sevgiden tutun da, saçını sırf iddia üzerine sarıya boyayabilmesi gibi enterasanlıkları olmasına rağmen, yaşça kendinden çok büyüklerle saatlerce keyifle sohbet edebilir.
















Empire State binasına karşı yoğun bir ilgi ve sevgi besler, bu binanın mimari yapısı hakkında durmaksızın konuşabilir. Star Wars filmlerinin tüm serisini ezbere bilir.



















Sürekli doğru insan arayışındadır, etkilendiği her kızın "hayatının kadını olma ihtimali" karşısında her tür fedakarlığı yapar. İmajını değiştirebilir, evinden taşınmaya karar verebilir, kısacası kendinden beklenmeyecek her şeyi yapmaya hazırdır.

Bu yüzden çoğu zaman kendini gülünç duruma düşürüp alay konusu olmasına rağmen, arkadaşları tarafından her zaman sevilir, desteklenir. Tüm bunları yaparkenki tek hayali hayatının kadını ile evlenip bir yuva kurmak, iyi bir aile babası olup kendisini birilerine ait hissetmektir. Ne yazik ki bu hayalini uzun süre gerçekleştiremeyecektir. Çoğu kez kandırılır, aldatılır, hatta bir kez evleneceği kilisede müstakbel eşi tarafından terkedilir. Bu yüzden dizideki favori sözlerinden biri "I got left at the alter!!" olmuştur.

Biraz Barney karakterinden bahsetmek istiyorum. Bence dizideki en çarpıcı karakter Barney, kendi deyimi ile Barnicle'dır.


Hatta diziyi biraz da onun esprileri sayesinde seviyorum diyebilirim. Muhteşem orjinal bir insandır kendisi. İflah olmaz bir womaniserdır. Kız tavlamanın kitabını yazmıştır. Gerçekten yazmıştır! Takım elbisesiz asla çıkmaz. Hiç bir resimde çirkin çıktığı görülmemiştir. 30 yaşın üzerindeki hatunlardan yılandan kaçtığı gibi kaçar. Her zaman cool'dur, paralıdır, havalıdır,kendi deyimiyle "legendary" dir. Hangi firmada çalıştığı bilinmesine rağmen, orada ne iş yaptığı ve ne kadar kazandığı asla öğrenilemez. Araba kullanmaktan korkar.


Süper mottoları vardır, tiz sesiyle çığırdığı "what uuuuup!" cümlesi onun sayesinde akıllara kazınmıştır. Legendary kelimesine bir takıntısı vardır. Bu kelimeyi söylemekten zevk alır.Çünkü kendisinin legendary(efsanevi) olduğunu düşünmektedir.Hatta bunu vurgulamak için çoğu zaman şu şekilde söyler:"It's gonna be LEGEN...wait for it:..DARRRY!!!
Ayrıca her kelimenin sonuna "up"kelimesini ekleyebilir (!) : "suit up, buckle up, air suite up!".. bunlardan sadece bir kaçıdır.
İçten içe bir hüzün taşısa da arkadaşlarına bunu hiç belli etmemeye çalışır. Awesome (dehşet) bir karakter olduğuna inanır. İnsanlarla sürekli tek taraflı iddialara girer. "Challenge accepted!"dediği an iddiayı kazanmak için günlerce sürecek zahmetlere girebilir.Örneğin çocuk taklidi yaparak kadın tavlamak gibi.. Çoğu zaman kaybeder. Çok mutlu olduğunda her zaman "Highfive!!" yapar. Hatta bazen bu da kesmez, "High six!" yapmışlığı bile vardır. Kısacası dizideki yeri doldurulamaz karakterleren biridir.
Bilginiz olsun diye söylüyorum,6 sezondur hikaye bu muhteşem 5'liden başka bir şeyden bahsetmedi.
Ted'in geleceği hakkında tek bildiğimiz, evlenip bir kız, bir erkek çocuğa sahip olacağı. Anneye dair bazı ip uçları verildi ama hala hayali anne ile nasıl tanışıldığı konusuna gelemedik :)
Arada görünüp kaybolan sarı bir şemsiye annenin sembolü oldu mesela. Müstakbel eşine ilişkin; beşinci sezonun ilk bölümünde yanlışlıkla ders verdiği iktisat sınıfında bulunduğu, esmer olduğu, bir müzik grubunda bas gitar çaldığı ve kendisi ve Marshall gibi onun da Yıldız Savaşları filmlerine bayıldığı gibi bazı ipuçları verildi.

Valla ben şahsen sonu LOST gibi olacak diye korkuyorum. Diziyi hala çok keyifli bulmama rağmen çok uzadığı için sonunu bağlayamayacaklar diye endişeliyim dostlar.

Neyse, bu kadar bıdı bıdı yeter gari. Tavsiye ederim,rengarenk,eğlenceli, komik, kafa dağıtıcı çook keyifli bir dizi..

31 Ekim 2010 Pazar

Pastane Poğaçası

Heyyy bakın, yeni bi tarif denedimm! Hani pastanelerde fırından taze taze çıktığında yumuşacık olan, mis gibi kokan, yedikçe yiyebileceğinizi hissettiğiniz poğaçalar satılır ya her sabah... Hani tek kusuru biraz bolca margarin ile yapılmış olmalarıdır.. Hah işte, ondan denedim ben bu güzel pazar sabahında. Az ve öz oldu (sadece 10 adetcik çıktı:) , şekillerde simetri problemi vardı ve bana göre azcık tuzu azdı.
Ama olsun, ama yiyenler pek beğendi! Tarif burdan, ben denedim güzel oldu!
Arada kalori de lazım diyenler denesin:)
Tavsiye edilirr!!

nom nom nomm!!

Not : Şekilleri dediğim gibi orantısız oldu, ama sebebi yapılışları aşamasında çok ezilmemesi gerektiği imiş. Bu linkte ayrıntılı yapılış aşamaları var, haftaya bir daha denemeyi düşünüyorum. ;)

Afiyetle!..

27 Ekim 2010 Çarşamba

Pembemsi Beyaz Güller...


Daha evvelki gece rüyamı anlatmıştım O'na..
"İlginçtir" demiştim, "pembemsi beyaz goncaları üzerinde olan bir gül ağacı" gördüm rüyamda...
Gülümsedi...
"Belki uzaklardan bir hediye gelecektir sana" dedi...
Daha evvelki geceye kadar unutmuştum bu günü...
Gece yarısından sadece bir kaç saat öncesine kadar bir şey de ifade etmeyecekti benim için.
Doğru ya doğum günümdü bugün benim...
Ama daha saatler 12'yi vurmadan kapı çaldı, şirin bir çanta içinde şirin bir kutu, ve O'nun güzel elleri ile yazılan bir mektup...
Pembemsi bir kutu...
İçinde pembemsi beyaz güllerin kokusu...
Daha evvelki gece bahsetmiştim O'na, o zaman sadece bir rüyaydı.
O ise çoktan göndermişti...

Kalp kalbe gerçekten karşıymış meğer...
Biz gerçektik, vardık,çook güzeldik...
Bunu bir kez daha hatırlattığın için...
Varlığın için,senin olduğum için...
Çook teşekkür ederim Biricik Sevgili...
Sensin kalbimin tek sahibi...


Biriciğimin hediyesi... ;)

With love, love, love...

26 Ekim 2010 Salı

Dizi dizi hayat... Bölüm 1: LOST


Türk dizilerinden sıkılan var mı benim gibi? Furya furya üstümüze gelen ağa dizileri, hanım ağa dizileri, zengin aile-entrika-aldatma dizileri, polisiyeler, öğrenci dizileri, dökülemeyen yapraklar, esmeyesice kavak yelleri... Arrrggghh diyerek kumandayı fırlatıp atıyorum akşamları eve gelince. Açıyorum bilgisayarı. İnternetim de full speed, limitsiz. Yap bi çay, kahve ne varsa.. Yanına kahvaltılık nevaleyi de sıkıştır bi tepsiye, dal dizi deryasına. Ama Türk dizileri değil tabiki. Malesef diyorum. Hiç bir istisna yok mu derseniz eğer, bir tek Kanal D'deki "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" dizisini örnek verebilirim. O da sırf Küçük Osman'ın nasıl büyüyeceğini, konuyu nereye-nasıl bağlayacaklarını merak ettiğimden. Şu ana kadar konular çabuk gelişti. İzlettiriyor kendini yani..

Bunun haricinde yabancı diziler her zaman daha cazip gelmiştir bana. Çoğunun bizim 3 saatlik dizilere oranla kısa oluşu, konuları dallandırıp budaklandırmadan tek bölümde anlatmaları, takip etmesi kolay oluşu ve de "nasıl olsa Türkiye'de yayınlanmıyor" mantığı ile iyi-kötü hiç bir mesaja takılmamam sebebiyle Amerikan dizilerine sardırmış durumdayım uzunca bir zamandır...

Bugün de ofiste 1 saatlik aramda otururken,ne izlesem diye şöööyle bi bakındım; farkettim ki ben baya bi dizi takip ediyormuşum her hafta. Dizi-freak olmuşum ben lan! Bu değerli(!) bilgi birikimimden insanlığı mahrum bırakmamalıyım diye düşündüm. Ve kısa bir dizi tanıtımı yapmaya karar verdim bugün.. Olur da işi bırakıp evde oturmaya karar veririseniz, eşiniz askere ya da yurtdışına doktora yapmaya giderse (!) , hasılı kelam durup dururken boş vaktiniz olursa burdaki okuduklarınız belki işinize yarar..


Spoiler Alert!!!

LOST

Çoğu genç insan gibi benim de dizi sergüzeştim Lost ile başladı diyebilirim. konu olarak kabaca şöyle özetlenebilir; Amerika'dan kalkan Oceanic 815 adlı uçak, pasifik açıklarında gizemli bir adaya düşer. Şans eseri yolculardan büyük bölümü yaralı da olsa kurtulmayı başarır. Ve adada ilkel bir hayat başlar. Kendilerini kurtarmaya gelecekleri beklerlerken, adada farkettikleri gizemli insanlar, ambarlar, kaynağı belli olmayan siyah bir duman, dirilen ölüler, değişik menfaatler güden kuruluşlar, tapınaklar, heykeller, kutsal ışıklar ve daha nice nice gizemli sürprizlerle karşılaşırlar. Karşılaştıkları her olayda içlerinden bir kaçı ölür yahut gruptan ayrılır. Adadan kaçmak için yollar araştırırlar. Buldukları yöntemler ise akıllara zarardır. Adayı patlatmak, adanın yerini değiştirmek, zamanda yolculuk yapmak ise bu yöntemlerden sadece bir kaçıdır. Sonunda adadan ayrılmayı başaranlar ise gerçek hayatta tutunamayacak ve adaya tekrar geri dönmek isteyecektir. Geri döndüklerinde ise "survival of the fittest" tarzı hayati bir mücadelenin içinde bulurlar kendilerini..
7 sezonluk konuyu ancak bu kadar kısa anlatabildim. Heyecan sevenlere tavsiye ederim. Sonuçta Lost artık bir fenomendir,muhabbetten eksik kalmayayım diye izleyebilirsiniz. Ama benim görüşüme gelince....

Her hafta netten indirdiğim, kotalı internet zamanlarımda kotanın dibine vurup, limiti 5 kere aşıp, TTNET kurumunu kalkındırdığım zamanlarda acı acı yutkunarak "ulan 70 tl faturayı bayıldım ama bu hafta da öğrenemedik şu black smoke zımbırıtısının ne olduğunu!" diye hayıflandığım günleri hatırlamak bile istemiyorum. Niye mi? İzlemeyenler gerisini okumasın arkadaşım.

7 sezon boyunca yüzlerce saat, binlerce dakika izlediğim dizi sadece Jack adlı eziğin ölürken gördüğü yanılsamalar mıydı arkadaşım? Şizofren senaristlerin konusunu dallandırıp budaklandırdıkları diziyi, son bölümün son saniyelerine kadar "bağlarlar abi, bağlamak zorundalar, bu lost böyle bitmez, bitemez" gibi hezeyanlarla izledim. Sonuçta ilk sahnede Doktor Jack'ın gözünü açmasıyla başlayan dizi, yine son karede Jack'in gözünü kapamasıyla bitti.

işte bu kare o kare!

Dizinin Jack'a ait mottosu "we have to go back,Kate!" oldu.Tüm dinleri temsil ettiği söylenen kilisede cenaze töreni yapıldı, ışığa yürüdü Jack oğlan... Hikayeye dahil diğer tüm karakterler cennete gitti. Benjamin Linus hariç. Onun biraz daha kavrulması lazım gibisinden bi mesaj verildi. Ben de John Locke'u çok sever idim, dünya hayatında çokça harcanmıştı, ezilmişti, kandırılmıştı, öldükten sonra cesedi bile Black Smoke tarafından mundar edilmişti, kısacası hep yazık olmuştu amcama.. Neyse ki o da cennete gitti.. Bitti gitti..

John Locke'un kendini astığı (aslında Benjamin Linus tarafından asıldığı) o göz yaşartan muhteşem sahneden kareler!

Bittiği hafta forumlar kilitlendi, tweeter da top tweet'lerde tüm dünya bundan bahsetti. Saç baş yolanlar oldu. Çok az bir kesim beğendi. Ben sadece yazıklar olsun size! dedim..
Artık 5. boyut izlerim daha iyi, en azından konuyu bağlayabiliyor adamlar!...

yakında...
How I Met Your Mother?

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Bunları İstiyorum!!!

Evet bunları almak istiyorum... Kendileri ile bu sitede karşılaştım ve görür görmez kanım ısındı:) Sipariş vermeyi çok istiyorum ama daha önce Çin'den hiç alışveriş yapmadım, artı kalıbı nasıldır, ölçüsü ayağıma uyar mı diye de epeyce düşündüm. Kararsız kaldım.. Ne yapsam? Bir fikri ya da bu konuda tecrübesi olan var mı?





Siyahı ve de beyazı da mevcut ama ben pembeleri daha çok sevdim.
Daha çok resim için;

Bu arada herkese hayırlı Ramazan'lar!

30 Temmuz 2010 Cuma

Limonlu Yabanmersinli Topkek (Lemon Cranberry Muffin)



Perşembe günü için kızlarla buluşmamızda, çayın yanına götürdüğüm muffin. Meyveli kekleri genelde pek sevmezdim ama yabanmersini limonla birleşince keke pek bir yakıştı.

Malzemeler;
  • 1 su bardağı kuru yabanmersini
  • 1 limon kabuğu rendesi
  • Yarım limon suyu
  • 2.5 su bardağı un
  • 1.5 su bardağı şeker
  • 3 yumurta
  • Yarım su bardağı süt
  • Yarım su bardağı sıvıyağ
  • Vanilya
  • Kabartma tozu
Yapılışı;
  • Yumurta, şeker, süt,limon suyu ve sıvıyağı karıştırıp köpük köpük oluncaya kadar çırpın.
  • Un, vanilya kabartma tozunu ekleyip iyice karıştırın.
  • Yabanmersinlerini bir kaşık unla harmanlayın.
  • Son olarak kek karışımına unladığınız yabanmersinini ve limon rendesini ekleyip karıştırın.
  • Yağladığınız muffin kalıbınıza karışımı paylaştırın.
  • 170 derecede 20-25 dk arası pişirin.

Afiyet olsun :)





22 Temmuz 2010 Perşembe

Renk-Ahenk İstanbul Akşamları

İstanbul'un 30 derece civarı sıcaklık ve %60'lara varan nem oranı ile boğuştuğu şu günlerde, gündüz tüm sıcağa rağmen akşamüstü gözümüze takılan güzellikler...












Tarihi silüet...


Herkese iyi akşamlar...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Tatildeki Lezzetler

Tadları damaklarda kalan lezzetlerden bir kaçı.. :)

Baba evinin bahçesinde eşimin ellerinden mangalda köfte ve közlenmiş sebzeler

Harika bir sofra

Niğde'de dostlarla yenen öğlen yemeğinde nefis "sandal sefası"

Müthiş mezeler eşliğinde tabi,

İzmir'de ayran aşı çorbası, evyapımı güveçte yoğurt ve mezeler,

Konya'da bir gece yarısı dostlarla etli ekmek

Konya'da baklava ve dondurma

Antalya'da kiremitte alabalık

Gezelim-yiyelim tatili oldu biraz bizimki...
Sizlerin tatili nasıl geçiyor?

Sevgiler!



2 Şubat 2010 Salı

Gitti..



Evet taaa yılbaşından önceki postta yazdığım mevzuyu hatırlarsınız. Eşim PhD için Amerika'ya gitti. 30 Aralıkta uçtu, 1 Ocakta kondu :) çoktan bir ayımız doldu bile. Şimdi ise sıra bende. Ben de aynı üniversiteye kendi alanımda başvuru yapacağım. Önümüzdeki ay TOEFL IBT'ye girmem lazım, bir sürü belge almak lazım, belki pasaportumu yenilemem lazım, vize başvurusu, ev toparlaması, satılacakları satmak, vs, vs... Umarım işler yolunda gider. Fotoğraf makinemi beyefendi alıp götürdüğü için çok fazla resim paylaşamayacağım bundan sonra.. E malum eşim de evde olmadığı için fazla yemek de yapmıyorum bu aralar. İlerleyen zamanlarda başvuru sürecim başladığında izlenmesi gereken prosedürlerden sizleri haberdar edeceğim. Ben neler yaptım,nerelere başvurdum, nasıl sonuç aldım gibi gitmeden önce yapılması gereken şeyleri yardımcı olmak amacıyla yazacağım. Bakalım gelecek günler bize neler getirecek... Hayırlısı olur inşaallah.. Şimdilik bu kadar dostlar..
Sağlıkla kalın..